Göksu


 

Beykoz malumunuz Küçüksu’dan başlar, bir adım ötesi Göksu’dur. I. Mahmut Kağıthane mesiresi isyan sonrası görkemli günlerini geride bırakınca Göksu kıyısında gösterişli ahşap bir yalı yaptırır. İşte bu yalı Göksu’nun kaderini değiştirecektir. Ardından Göksu çevresine kır kahvehaneleri birbiri ardına inşa edilmeye başlanır.

Günlük gezintileri, kayık sefaları, mehtap alemleri, ortaoyunları, fasılları 17. yüzyılda Göksu’yu şehrin sosyal merkezlerinden biri haline getirir. IV. Murat da kayıtsız kalmaz bu eşsiz semte; çevresini ihya edip Gümüş Servi koyar adını.

Evliya Çelebi seyehatnamesinde “İstanbul şehri içerisinde madenlerden dokuzuncusu Göksu Hisarı denen gezinti ve eğlence yerindeki dağlardan taşlardan çıkan kireçtir ki, kardan ve sütten beyaz olup dünya üzerinde benzeri yoktur. Onuncu maden ise yine Göksu’da çıkan kırmızı topraktır. Bu topraktan çeşitli bardaklar, çanaklar ve çömlekler yapılır.” der.

 

 

 

 

 

Nedim, Enderunlu Vasıf, sonrasında Recaizade Ekrem, Ahmet Rasim, Saffeti Ziya, Halit Ziya, Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi, Pierre Loti; şiirlerinde, şarkılarında, romanlarında geniş yer ayırırlar Göksu’ya.

Bugün Göksu hala güzel ve İstanbul’un nefes alınabilir, içinize çektiğinizde anlatısıyla tarih kokan bir semti. Küçüksu ve Göksu dereleri arasında kendini kısmen muhafaza eden çayırı, Küçüksu Kasrı, iskelesi, kasırla Göksu Deresi kıyısına sırasıyla dizilmiş birbirinden şirin restoranları, çömlekçileri, mısırı, tarihi halat fabrikasıyla Göksu eprimemiş anlatısıyla zamana direnmekte.